ÖZEL GÖRELİLİK IŞIK HIZININ SABİTLİĞİ SORUNU
Türkçe dinle --- Listen in English
ÖZEL GÖRELİLİK
Görelilik teorisi Einstein'ın adıyla eş anlamlıdır. Aslında,
birçok bilim adamı bu teorinin gelişimine değişen derecelerde katkıda
bulunmuştur. Ancak diğerlerinden farklı olarak Einstein, tüm teoriyi tutarlı
bir bütün haline getirmeyi başardı.
Görelilik teorisi aslında farklı gözlemciler tarafından
ölçülen fiziksel bir niceliğin değerleri arasındaki ilişkiyi belirler. Ancak
bunu yapmak, uzay ve zaman hakkında düşündüğümüzde devrim yaratan sonuçlar
doğurabilir. İlk bakışta, bu sonuçlar sağduyuya aykırıdır. Ancak bunların nasıl
bir bütünlük oluşturduğunu anladığımızda doğanın yapısı hakkında çok önemli
ipuçları elde ederiz.
Görelilik teorisi, "Özel Görelilik" ve "Genel
Görelilik" olarak adlandırılan iki alt başlık altında ele alınmaktadır.
Özel görelilik, birbirine göre sabit bir hızla hareket eden gözlem
çerçevelerini inceler. Bu teori uzay ve zaman hakkındaki önyargılarımızda
devrim yarattı ve 1905'te Einstein tarafından önerildi. Bu yazıda, özel
göreliliğin bazı sonuçlarını inceleyeceğiz.
Genel görelilik ise, gözlemsel koordinat sistemlerinin
farklı hızlarda (yani ivmelerde) birbirine göre hareket ettiği daha genel bir
durumu inceler. Einstein, 1907'de bu teorinin altında yatan ana ilkeleri açıkladı.
Ancak 1916'ya kadar teorinin tüm matematiksel ayrıntılarını tamamlayamadı. Bu
teorinin matematiksel detayları daha da karmaşıktır ve yerçekimi anlayışımızda
devrim yaratır. Ayrıca, tüm evreni içeren disiplinlerin çalışması olan
kozmoloji, bu teori çerçevesinde yürütülür.
Bu teorilerin sağduyumuz üzerinde öngördüğü olumsuz etkiler,
günlük yaşam bağlamında fark edilemeyecek kadar küçüktür. Bu tahminler yalnızca
çok yüksek hızlarda veya büyük nesnelerin yakınında çok nettir. Ancak, bu
tahminleri son derece hassas bilimsel araçlar kullanarak Dünya üzerinde test
etmek mümkündür. Her iki teorinin de sezgilere aykırı tahminleri bugüne kadar
birçok deneyde test edilmiştir. Bazıları günümüze kadar devam eden tüm bu
deneylerin sonuçları bu teorileri desteklemektedir.
Dolayısıyla genel kanının aksine görelilik teorisi çok zeki
bir bilim insanının hayal gücüyle oluşturulmamıştır ve gerçeklikle hiçbir ilgisi
yoktur. Bunlar yerleşik teorilerdir ve hem deneysel hem de çok sağlam teorik
temellere dayanmaktadır. Sadece genel olarak kabul edilmekle kalmaz, aynı
zamanda kozmoloji ve parçacık fiziğinde de önemli araçlardır.
Einstein, o zamanlar
çok önemli bir problem olan "ışık hızı tutarlılığı" problemini çözmek
için özel bir görelilik teorisi geliştirdi. Bu teori iki temel ilkeden
türetilmiştir. Birincisi, 19. yüzyılın ikinci yarısında birçok deneyle
desteklenen, ışığın boşluktaki hızının sabit olduğu ilkesi, ikincisi ise
görelilik ilkesidir. Şimdi, bu iki ilkeye daha yakından bakalım.
IŞIK HIZININ SABİTLİĞİ SORUNU
20. yüzyılın başlarına kadar yapılan birçok deney, ışığın
boşluktaki hızının sabit olduğunu gösterdi. C ile temsil edilen bu hız yaklaşık
300.000 km/sn. 'dir. Bu değerin her bakımdan aynı olması pek çok bilim insanı için
beklenmedik bir sonuçtu. Bunun nedeni, içinde yaşadığımız Dünya'nın hem kendi
etrafında hem de Güneş'in etrafında döndüğü için sürekli hareket halinde
olmasıdır. Bu nedenle, ışığın çeşitli yönlerde farklı hızlarda hareket etmesi
bekleniyordu.
Bu beklentinin
nedenini anlamak için bu basit örneği ele alalım. Bir kamyonu 100 km/s hızla ve
bir araba 60 km/s hızla takip ettiğinizi varsayalım.
Bu durumda kamyon,
araca göre 40 km/s hızla hareket eder. Yani hareket eden cisim ile aynı yönde
hareket ederseniz cismin bizden daha yavaş olduğunu göreceksiniz.
Bir kamyon ve bir
araba zıt yönlerde hareket ettiğinde...
Bu sefer kamyonun araca olan hızı 160 km/s olmalıdır. Yani
ters yönde hareket ederseniz cismin bizden daha hızlı olduğunu göreceksiniz.
Bu sonuçlar tamamen
doğaldır. Araba hareket ediyorsa, araba ile bu iki kamyon arasındaki mesafe her
zaman farklı olmalıdır. Bu nedenle kamyon hızları araba hızlarından farklıdır.
Ancak bu basit hesaplama, kamyonun hafif hareketlerine uyarlanamaz. Örneğin,
bir noktada dünyaya bir yıldırım düştüğünü varsayalım. Flaşın ürettiği ışık,
merkezinin ilk çarptığı nokta olan bir küre şeklinde uzayda yayılır.
Bu nedenle, ışık
küresi üzerindeki bu noktanın dünyadan uzaklığı, zamanın her noktasında
farklıdır. Bu nedenle, dünya hareket ederken, ışık hızının bir yönden diğerine
değiştiğinin farkında olmamız gerekir. Öte yandan, tüm deneyler, ışığın hareket
yönünden bağımsız olarak, ışığın hızının Dünya'ya göre aynı olduğunu
göstermiştir. Başka bir deyişle, yıldırımın ürettiği ışık, yine Dünya'ya karşı
olan Dünya merkezli, genişleyen bir küre şeklinde yayılır.
Öyleyse neden kamyonlarla
aynı hesaplamaları kullanamıyoruz?
Kısacası, dünyanın ve
güneşin hareketinden dolayı ne kadar hızlı olduğumuzu görelim. İlk olarak,
dünyanın etrafındaki harekete bakalım. Dünya kendi dönüşünü bir günde tamamlar.
Bu nedenle, dünyadaki her şey Türkiye enleminde saniyede yaklaşık 350 metre
hızla hareket eder. Bu hız neredeyse ses hızına tekabül etmektedir.
Ayrıca dünya da
güneşin etrafında dönüyor. Bu hareketin bir turunu 365 günde tamamlayın.
Dünyanın yörüngesi etrafındaki hız da saniyede yaklaşık 30 kilometredir. Ses
hızının yaklaşık 100 katıdır.
Ayrıca tüm güneş sistemi, galaksimizin merkezi olan
Samanyolu'nun etrafında hızla döner. Bu hareket, güneşin veya dünyanın hızını
saniyede yaklaşık 220 kilometreye çıkarır. Bu da ses hızının 700 katı demek.
Dolayısıyla içinde
yaşadığımız gezegenin ve ait olduğumuz güneş sisteminin hareketi nedeniyle
uzayda muazzam hızlarda hareket ediyoruz. Bu hızlar, ışık hızından çok daha
küçüktür, ancak ışığın, Dünya'nın biraz daha yavaş bir hızda hareket etmesiyle
aynı yönde hareket ettiğinden emin olmamız gerekir. Michelson-Morley deneyi,
yavaşlamayı veya ivmeyi ölçmek için ışığın hızını ölçtüğü ve dünyanın uzaydaki
hızını ölçtüğü en ünlü deneydir. Işığın girişim özelliklerini kullanan bu
deney, tahmini Dünya hızını belirleyecek kadar hassastı, ancak ışık hızındaki
en ufak bir değişiklik bile gözlemlenemedi.
Bir dereceye kadar,
tüm deneyler Dünya'nın uzayda hareket etmediğini, durağan olduğunu
göstermiştir. 19. yüzyılın sonlarında bilim dünyasını meşgul eden Einstein'ın
çözmeye çalıştığı ana problem buydu. Hareket eden bir cisme bakarken bile ışık
neden bizden hep aynı hızla uzaklaşır?
GÖRESELLİK İLKESİ
Dünya nasıl veya herhangi bir yönde hareket ederse etsin,
ışık her zaman dünyaya göre aynı hızda hareket eder. 19. yüzyılın ikinci
yarısında yapılan deneyler bunu göstermiştir. Bir anlamda, sadece ışık hızını
ölçerek dünyanın hızını ölçmek mümkün değildir. Dolayısıyla Dünya'nın hızını
belirlemek için yapılan bu deneyler, Dünya'nın aslında hareket etmediği
sonucunu doğurmuştur. Kesinlikle işe yarıyor, ancak Dünya üzerindeki deneylerin
Dünya'nın yerinde sabit olduğu sonucuna varması neredeyse beklenmedik değil.
Galileo'nun yüzyıllar önce öne sürdüğü "görecelik ilkesi" böyle bir
sonuçla tam bir uyum içindedir. Galileo, bu ilkeyi, Dünya'nın dönme hipotezi
için sıklıkla dile getirilen argümanlara yanıt olarak ortaya koydu.
Bu ilkeyi ifade
etmeden önce size bazı tanımlar vereyim. Hareket eden bir arabada olduğumuzu ve
etrafımızda olup bitenleri gözlemlediğimizi hayal edin. Tabii ki, nesneyi
bulmak için araca göz atın. Araç bazında ölçtüğümüz her şeyin “araca” olduğunu
söylüyoruz.
Örneğin, cismin
aracın sabit noktasına olan mesafesini belirleyerek bir cismin araca göre
konumunu belirleyin ve bu konumları araca göre hızı belirlemek için kullanın.
Elbette zamanı ölçmek için arabadaki saat kullanılır. Bu durumda aracın bir
"gözlem çerçevesi" olduğu söyleniyor. Görelilik ilkesine göre, sabit
hızla hareket eden bir aracın ölçtüğü miktar, tüm doğa yasalarına uyar. Yani
araç hareket halinde olsun olmasın aynı kanun uygulanabilir. Bu nedenle araç
üzerinde yapılan bazı deneylerin sonuçları aracın hareketinden bağımsızdır.
Aracın sabit veya hareketli olması fark etmez.
Galileo ve Einstein görelilik ilkesini şu şekilde ifade
etmektedirler. Kapalı bir araçtaysanız, aracın hareket edip etmediğini veya
hangi hızda olduğunu anlamak için camdan dışarı bakmanız gerekir.
Dünyadan
baktığımızda, dünyanın hızının olduğunu biz de anlayabiliriz. Güneşi
görebildiğimiz için dünyanın güneşe göre 30 km/s hızla hareket ettiğini
söyleyebiliriz. Benzer şekilde Samanyolu'na bakarak Güneş'in Dünya ve diğer
gezegenlerle birlikte bu galaksinin merkezini yaklaşık 220 km/sn yörüngede
döndüğünü söyleyebiliriz. Ama çok uzağa değil de sadece Dünya'daki olaylarla
ilgileniyorsak, hızlarının veya büyüklüklerinin ne olduğu önemli değil!
Örnek olarak, Pisa
Kulesi'nin tepesinden bir taşın bırakılıp bırakıldığı bir deneyi ele alalım. Bu
deneyi analiz ederken, birçok insan dünyanın hareket ettiğini hesaba katmaz. Bu
görüşe göre taş, bırakıldığı yerin hemen altına düşmektedir.
Deneyi, dünyanın
hareketi göz önünde bulundurularak analiz etmek, tamamen farklı bir tablo
ortaya koymaktadır. Dünyanın yere paralel olarak sabit bir hızla hareket
ettiğini varsayalım. Deney başlamadan hemen önce, yer, yerdeki kule, kuledeki
insanlar ve son olarak insan elinin kayaları aynı yönde aynı hızda hareket
ediyor. Bu nedenle taş ilk bırakıldığında aynı hıza sahiptir. Bu nedenle taşın
bir anda öne atılacağını düşünüyorum.
Bu nedenle, taş
başlangıçta bırakıldığı yerden daha uzağa düşecektir.
Ancak bu süreçte kule
hareket etmeye devam edecektir. Hareket yasasına göre, kulenin aldığı mesafe,
taşın aynı anda aldığı yatay mesafeye eşittir. Dolayısıyla bu gözlem
çerçevesine göre taş aynı yere, kulenin eteğine düşecektir.
Başka bir deyişle,
hangi gözlem çerçevesine bakarsanız bakın, bu deneyde aynı sonucu alacaksınız.
Bu, her iki gözlem çerçevesinin de eşit derecede geçerli olduğunu gösterir.
Aralarında fiziksel olarak seçim yapmak için hiçbir sebep yok.
Ancak biz yerde olduğumuz için gözlem çerçevesi olarak
zemini seçtik ve dünyanın uzaydaki hareketini hiç dikkate almadık. Bu geçerli
bir bakış açısıdır.
Benzer şekilde, sabit
hızla hareket eden bir araç için, gözlemci, zemin ve üzerindeki her şey geriye
doğru hareket ederken aracın durduğunu düşünebilir. Bu da geçerli bir
varsayımdır. Gözlemcilerin bu varsayımdan çıkarabilecekleri tüm sonuçlar doğru
olacaktır. Özellikle vurgulamadım ama çok önemli bir noktaya odaklanalım.
Görelilik ilkesinde sadece "atalet çerçeveleri" hakkında konuşuyoruz.
Bunlar Newton'un birinci hareket yasasının uygulandığı çerçevelerdir.
"Atalet yasası" olarak da bilinen bu yasa, kuvvetten etkilenmeyen bir
cismin aynı yönde hareket ederken sabit kaldığını ve aynı hızda hareket
ettiğini gösterir. Bu kanunun kapsadığı çerçevede diğer tüm tatbikat kanunları
da geçerlidir. Araç atalet gözlem sistemine göre sabit bir hızla (ve aynı yönde)
hareket ediyorsa o da bir atalet gözlem sistemidir. Çünkü Newton'un birinci
yasası araçlar için de geçerlidir.
Görelilik ilkesi,
gözlem çerçevesi olarak bir araç seçildiğinde, yalnızca hareket yasalarının
değil, bilinen ve bilinmeyen tüm diğer doğa yasalarının geçerli olduğunu
belirtir.
Ancak araç atalet
sistemine göre hızlanıyorsa yani hız veya hareket yönü değiştiriyorsa araç
geçerli bir gözlem sistemi değildir. Araçtakiler, camdan dışarı bakmadan bu
hızlandırılmış hareketi görebilirler. İşte tam da bu yüzden otobüsle seyahat
ettiğinizde otobüsün hareket ettiğini anlıyoruz. Yoldan gelen titreşimler ve
otobüsün hızlanması ve yavaşlaması gibi hızlanmalar, otobüsün yere olan
hareketi hakkında yeterli ipucu sağlar.
Ancak tren yavaş
yavaş istasyondan geçerse böyle bir çarpma olmaz. Bu durumda pencerenin önünden
geçen treni gördüğünüzde cevaplaması zor bir soruyla uğraşıyorsunuz demektir.
Hangi tren çalışıyor, biz mi yoksa diğeri mi? Doğru cevabı ancak diğer tren
pencereden kaybolursa ve arka plan görüntülenirse verebilirsiniz. Çoğu zaman,
tahminin yanlış olduğuna şaşırırım.
Görelilik ilkesi,
"mutlak hız" olmadığını gösterir. Sadece bağıl hız hakkında
konuşabilirsiniz. "Dünya'nın hızı", gezegen gibi başka bir nesneye
dayanmaktadır. B. "Güneşe" veya "Samanyolu'nun merkezine".
Bu anlamda ne olduğumuzu belirtmedikçe içinde bulunduğumuz arabanın hızından
bahsetmek mantıklı değil. Arabamızın sabit olduğunu ve dışarıdaki nesnelerin
hareket ettiğini düşünmek kolaydır. Bu da bir hata değil.
Yorumlar
Yorum Gönder
Sizce kanalım nasıl ?